16 Oca

Bilim, Etik ve İnsan Onuru

Bilim ve teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişmekte. İçinde bulunduğumuz son yüzyılda, insanlık tarihinin başından beri edindiğimiz bilgiden daha çok bilgiye sahibiz (Stephen Hawking’s Universe The Story Of Everything, 2010). Bu bilgiler ve hayatı daha fazla kontrol etme çabalarımız, getirdiği kolaylıklar ve yeniliklerin yanı sıra insan doğası ve kutsiyetine zarar veriyor mu olgusunu da ortaya çıkarmıştır. Modern zamanın tek otoritesi olarak kabul edilen “bilimi” sorgulayacak, sınırlarını çizecek bir etik anlayışın mevcudiyeti ve işlevselliği her zamankinden daha fazla üzerinde durulması gereken bir konu olarak karşımızdadır. Bu konu makineleşmenin, yaşamın içinde en fazla olduğu bu yüzyılda değil, ilk icatlardan beri insanoğlunu üzerinde düşünmeye sevk etmiştir.

“İcat tanrıçası olan Pandora, “Promethus’un günahlarını cezalandırmak üzere Zeus tarafından dünyaya gönderilmiş” idi. Hesiodos, İşler ve Günler adlı kitabında Pandora’yı, “bütün tanrıların en acı armağanı” olarak tarif etmişti; çünkü o içinde yeni meraklar bulunan kutusunu her açtığında insanlar arasına acılar ve kötülükler saçılıyordu. Denebilir ki, insan eliyle yapılan şeyler üzerinde yükselen kültür, sürekli olarak kendine zarar vermeyi göze alır.” (s.52) (Sennet, 2009)

İnsanoğlu kendi hakkında düşünen, fikir yürüten, yorumlayan ve sorumluluk duyan tek varlıktır. İnsanı insan yapan “sorumluluk olgusu” ancak kişi hür iradesindeyse ve özgürse geçerlidir ve değerlidir (Koç, 2013). Evrende bu özelliği taşıyan tek varlık olan insanoğlu bilimin nimetlerinden her alanda yararlanmaktadır. Makinelar, fabrikalar yani teknoloji işlerimizi kolaylaştırmakta ve hayatta kalma içgüdümüzü gerçekleştirmektedir. Ancak bir yerlerde hastalıklara çareler bulunurken, ışık hızıyla yarışan uçaklar yapılırken bir yanda da zehirli kimyasallar, kitle imha silahları üretilmekte, tek gerçek hazinemiz doğa tahrip edilmektedir. Bu alandaki gelişmeler, sağladıkları bu yararlarla birlikte gözle görülebilecek bir çok zarara da sebep olmaktadır. Bir yandan inşa ederken bir yandan yıkmaktadır da. Bir Moğol askerinin yaptıkları yıkımları dünyayı eski haline getirmek için olduğu açıklaması aslında bilimin yarar ve zararlarında yorum yaparken “bakış açısının” da ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bize.

Fen bilimlerinde de gidişat bu şekildeyken ayrıca yüzyılın yeni gözbebeği sosyal bilimler de ilerlemekte, araştırmalar ve deneyler yapılmakta, sosyal olgu ve olaylar yorumlanmaktadır. Ancak bu alan çok daha hassastır. Bu alandaki yıkımlar, diğer bilim dallarındaki çabuk yenilenebilir, eskiye dönülebilir olmayabilir. Peki bu konuda sınırlar nasıl olmalıdır? Sosyal bilimlerde etik kuralların çerçevesi ve işleyişi nasıl belirlenmelidir? Keşfedilen ve yorumlanan bilgiler ne şekilde insan onuruna ve kutsiyetine zarar vermeden hayata entegre edilmelidir?

İnsan Onuru Etik çerçevede bilimin insan onuruna zarar vermeden üretkenliğini devam ettirebilmesi için öncelikle bu kavramın tanımının yapılması gerekmektedir. Daha önce bu konuda yazılan makalelerde şu tanımlara yer verilmiştir; “İnsan onuru kendi varlığının şuurunda olmasını ve yine idrak ve iradesiyle fiillerinde hakim olmasını ifade etmektedir. Kendi varlığının şuurunda olan insan çevresinde olup biten olayları olguları müşahede etme ve bunlardan belli sonuçlar çıkarma kabiliyetine sahiptir. İnsan, çıkardığı bu sonuçlar ve vardığı bu yargılar sonucunda davranışlarını serbestçe tayin etme özgürlüğüne sahiptir” (aktaran Kiriş,2009,s.5). “İnsan ister cenin, ister doğumdan sonra hangi safhada olursa olsun, insan olmakla elde ettiği değerin tanınıp sayılması ve korunması hakkına sahiptir. İnsan onuru hukukla koruma altına alınması gerekir”(s.219) (Bilgili, 2014). Bu tanımlamalardan sonra psikoloji bilimine yön vermiş olan, insan ve davranışını yorumlamak niyeti ile yapılan meşhur bir deneyi ve sonuçlarını ele alalım.

Mesela yapıldıktan sonra çok ses getiren psikoloji ile birlikte tarih, sosyoloji ve hukuk gibi bir çok alanda da yeni sorular doğuran, ancak etik çerçevede insan onuru ve kutsiyeti ele alınarak bakılınca korkunç sonuçlar doğurmuş olan Miligram Deneyi (1963).

Bu deneyin sonuçları şu şekilde yorumlandı ; korkunç ve yıkıcı şeyler sadece kötü ve psikopat insanlarca yapılmıyordu, bir otoriteye karşı sıradan olarak tanımlayabileceğimiz insanlarda psikopat kötü ve bencil diye sıfatlandırdığımız insanlarla benzer tepkiler verebilirlerdi (Yavuzer, 2013). Bu bakış açısı ile yapılan yorumlar değerli ve kutsal “ insan onuru” kavramını zedeler mi? Binlerce yıldır “mutlak iyi” arayışında olan insanoğlunun aslında otorite karşısında zayıf ve sorgulamayan bir varlık olduğu, ‘doğru’, ‘iyi’, ‘güzel’, ‘vicdan’,’ hür irade’ gibi kavramların şişirilmiş olduğu ve sorgulanması gerektiği gibi kanılar da ortaya çıkarmaz mı?

Sonuçları itibari ile zaten korkunç olan bu gibi deneylerde başka bir ayrıntı daha var; deneye katılan insanlar yani en soğuk tabiriyle “deneklerin” rızaları alınırken eksik ve yalan bilgi verilmiş olması. Ve bu insanların onurlarının ve haklarının zedelenmiş olması.

İşte burada etik devreye giriyor ve şu soruyu soruyor ; deneyin ilk şartının deneklerin kesinlikle kör olmasını gerektiren ve bilim adına büyük ilerlemeler sağlayacak olan böyle bir araştırma da insan onuru ve hakları zedelenmeden nasıl bir yol izlenecek? Yapılan araştırmalarda ve çıkan sonuçlarda öncelikli olarak insan onuru mu, bilim yararı mı gözetilecek?

TARTIŞMA

(Bilgili, 2014) Kendi düşüncelerime geçmeden önce bana bu konuyu seçme fikrini veren Aldous Huxey’in Cesur Yeni Dünya kitabının önsözünden bir alıntı ile başlıyorum; “Cesur Yeni Dünya’nın konusu bilimin bu türden gelişmesi değildir; bilimin insanları birey olarak etkilediği yönüyle gelişimidir. Fizik, kimya ve mühendisliğin zaferleri, sözü edilmeden benimsenir.

Özgül olarak betimlenmesi gereken bilimsel gelişmeler, biyoloji, fizyoloji ve psikolojide gelecekteki araştırmaların sonuçlarının insanlara uygulanmasıyla ilgili olanlardır. Yaşamın niteliği, sadece yaşam bilimleri sayesinde köklü bir biçimde değiştirilebilir. Madde bilimleri, yaşamı yok edecek ya da yaşamı imkansız derecede karmaşık ve rahatsız kılacak biçimde uygulanabilirler; ancak biyolog ve psikologlar tarafından araç olarak kullanılmadıkça, yaşamın doğal biçim ve özelliklerini değiştirmek için kullanılamazlar.” (1946, s. 10).

Yaşam bilimleri bahsettiğimiz gibi çok hassas kavramlar içeriyor. Binlerce yıllık bilgi birikimiz ve tecrübelerimizle kurulmuş koca medeniyetlerden, bireye kadar her şeyi ilgilendiren kavramları. Bu kavramların değişmesi dünyanın öküzün boynuzunda olmadığı, şeklinin tepsi değil de yuvarlak olduğu gibi maddi bilimleri ilgilendiren kavramların yanlışlanmasının yarattığı değişimlerden çok daha farklı olacaktır. Ayrıca yaşam bilimleri ve maddi bilimler birbiriyle iç içe ve etkileşim halinde olsa bile değerlendirme ve deneyimlenme açısından aslında bambaşka kulvarlardadırlar. Bu bilgi göz önüne alınarak etik çerçeve çok hassas bir şekilde çizilmeli, insan hakkında daha çok şey bilmek ve hiçbir zaman tam olarak çözülmeyecek bu bilmece için daha fazla ip ucu toplanmaya devam edilmelidir.

Kaynakça

1. Stephen Hawking’s Universe The Story Of Everything (2010). [Sinema Filmi].

2. Bilgili, İ. (2014). İslam Hukunda Cenin Hakkı Ve Onuruyla İlgili Hükümler. İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi,.

3. Huxley, A. (1946). Yeni Cesur Dünya. İthaki Yayınları.

4. Koç, E. (2013). Bilim ve Teknoloji Çağında İnsan Olma Sorumluluğu. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.

5. Sennet, R. (2009). Zanaatkar.

6. Yavuzer, N. (2013). İnsanın Saldırgan ve Yıkıcı Doğasını Anlamak. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimleri Dergisi.

Lütfiye Nur AKKOÇ / Psikolog

AŞAĞIDAKİ YAZILARI DA MERAKLA OKUMAK İSTEYEBİLİRSİNİZ! 

Depresyon Mu? Maskeli Depresyon Mu? Mutsuzluk Hali Mi?

Kendinle Barışma Vakti

Ertele-me

Koronavirüs (Covid-19) ve Biz

Beslenmem Tamamen Duygusal!

Bahar Yorgunluğu

Hansen'in Yaşam Planlamasına Bütüncül Yaklaşım ve Karar Verme Süreçleri

Seçim Kuramı ve Gerçeklik Terapisi

What İs Filial Therapy?